Michel Foucault – Doğruyu Söylemek

fotoğraf

Kitap, yazarın 1983’de Berkeley’de verdiği altı dersin bant kayıtlarının çözümlenmesinden oluşuyor. Türkçeye Kerem Eksen çevirmiş.

Bu yazıda öncelikle kitabı tanıtmaya çalışacağım. Sonra Mesnevî üzerinden doğruyu söylemek kavramının Doğu’daki varlığı üzerine düşünmeye çalışacağım. Bunu, Doğuda da Yeniplatoncu düşünme alışkanlıklarının yanında ve ondan farklı olarak, gündelik hayatta bilgiye ve tecrübeye dayanan irfanî bir geleneğin varlığından söz edebilmek için yapacağım.

Konferanslar, doğruyu söylemek anlamındaki “parrhesia” ile doğruyu söyleyen kişi/hakikat anlatıcısı “parrhesiastes” sözcüğünün edebiyat eserlerinde ve felsefi kitaplarında izinin sürülmesini konu alıyor. Sözcüklerin zaman içersinde toplumsal değişmelere ve olaylara koşut olarak anlamı değiştirir, derinleşir, zenginleşir. Foucult’yu (Fukolt/Fuko) ilgilendiren bu kelimenin neden sorunsallaştığı. Eski Yunan’da ve Roma’da, bu kelimelerin üzerine düşünmeye ya da yazmaya neden ihtiyaç duyuldu.

“Doğruyu söylemek”, kitapta yer alan anlamına göre konumca kendinden yüksek ve güçlü birine yapılan eleştiridir. Bu yüzden cesaret isteyen tehlikeli bir iştir. Fakat bu, aynı zamanda parrhesiastes olduğunu iddia eden kişi için ahlaki bir ödevdir de.  Zamanla bu süreç, kendini doğruyu söylemekle  görevli hissedenin kendi hayatını güvenceye alacağı sözü isteme ile başlayan teatral bir parrhesia oyununa dönüşür. Siyasi parrhesia monarşilerde krala yol göstermekle görevli danışmanların ya da demokrasilerde vatandaşlara özgü bir haktır.  Zamanla anlamın  kendilik bilgisi olarak değişmesiyle vatandaşların üzerine düşen bu hak bilgelerin üzerine düşen bir görev olarak değişir. Böylece hakikat anlatıcısının rolü ve nitelikleri de tartışmaya açılmış olur.

Canlı bir hayata sahip Atina’da; sosyal hayatta, ticarette, yönetimde, uzun süren savaşlarda ve iktidar çekişmelerinde gerek yöneticilere verilecek tavsiyelerde gerekse mecliste karar alma aşamasında doğruyu söyleme hayati bir öneme sahip. Gündelik dünyevi sorunlardan insanın kendisine dönen parrhesia, bilgelik, hakikat arayışına dönüşürken,  hakikat anlatıcısının rolü ve nitelikleri üzerine düşünme ihtiyacını da doğurur.

*    *   *

Foucult ikinci bölümde, parrhesia’nın izini Euripides’in oyunlarında, ağırlıklı olarak da İon ve Orestes efsanelerinde sürer.

İon’un dikkat çeken özelliği, hakikati söyleme işinin Delphoi’den (tapınağından) Atina’ya, Apollon’dan Atina vatandaşına geçişin hikayesidir. sh.31 Böylece insan hakikati bilme/araştırma/öğrenme sorumluluğunu sırtlanır.

Orestes’te ise parrestais’ın nitelikleri üzerine bir tartışma açılır. Burada iki tipleme öne çıkar: Talthybios ve Autourgos. İlkinin kullandığı kötü, ikincisi iyidir parrhesiayı temsil eder. Ama iş bu kadar basit değildir. Onların mizaçlarından kaynaklanan bu tavır sosyal konumlarından yaptıkları iş ile biçimlenmiş bir mizaçtır aynı zamanda. En azından Autourgos için.

Talthybios bir muktedirin emrindeki ulaktır. Sakin sessiz duramayan, aklına gelen her şeyi söyleyen, geveze, boşboğaz bir mizaca sahiptir. Konuşması ve susması gereken yeri bilemediğinden akılcı konuşamaz. Bilgisizliğini yaygaracılıkla ve cesur kibri ile kapatmaya çalışır.

Taltybios’dan sonra gelen konuşmacı ise bu mizacın zıddı özelliklere sahiptir. Fakat onun bu mizacı kazanmasını sağlayan toplumdaki yeri gibidir. Biraz uzun bir alıntıyla bu önemli konuşmacının karakterini verelim.

Adamın üçüncü özelliği  “autourgos”, yani bir “el işçisi” olmasıdır[I.920]. Auturgos deyişi kendi toprağını işleyen insanlar için kullanılır. Sözcük belli bir toplumsal kategoriye işaret eder. Bu kategoridekiler büyük toprak sahibi ya da köylü değil, kendi toprağını kendi el gücüyle çalışan, dönem dönem de birkaç hizmetkar ve kölenin desteğini alan toprak sahipleridir….Orestes’te en ilginç olan nokta, Euripides’in bu tür toprak sahiplerinin siyasi uzmanlığına vurgu yapmak üzere sahip oldukları üç karakter özelliğinden söz etmesidir…. İlki bu insanların herkesten daha iyi yaptıkları savaşa gitme ve şehir uğruna döğüşme konularında her zaman istekli olmalarıdır… kendi toprağını işleyen toprak sahibinin ülke topraklarının savunulması ve korunması konusunda doğal olarak duyarlı olduğudur… Çiftçi olarak çalışanlar düşmanın çiftlikleri yağmalamasına, ürünleri yakmasına, sürüleri katletmesine vb. dayanamazlar, bu nedenle iyi dövüşçü olurlar.

Auturgos’un ikinci özelliği “tartışmada haklı çıkmak” konusunda becerikli olması, yani şehre faydalı tavsiyelerde bulunabilmek için dilini kullanabilmesidir….bu tür toprak sahipleri hizmetçilerine emir vermeye ve çeşitli durumlarda neler yapılması gerektiğiyle ilgili kararlar almaya alışkındırlar. … sadece iyi asker değil, aynı zamanda iyi liderdirler. Bu nedenle de ekklesia’ya(halk meslisine), hitap ettiklerinde thorubos (yaygaradan medet umma) kullanmazlar; söyledikleri söz önemli, akla yakın ve faydalı sayılabilecek türdendir…son nokta; Autorgos … barışa yönelik bir isteği simgeler.  sh.55,56

Autorgos’un yani küçük toprak sahibinin yaşayışı ve mizacı bizdeki fütüvvet ve alperen geleneğini hatırlatmakta. Fuko’nun çizmiş olduğu sosyal yapı ve tipoloji ile fütüvveti de açıklamak mümkün gibi duruyor.

Orestes’de bir hukuki dava yapılan kaşılıklı konuşmalar üzerinden gündelik/pratik  sebeplerle bilgiyi talep ediyor. Sokratik kendilik bilgisinde ise bilgi gündelik/pratik bir sebeple değil kendisi adına en fazla da tutarlılık için talep ediliyor.

*   *  *

Üçüncü bölüm kendilik bilgisi üzerine ayrılmış. Fuko bu bölümde Sokrates’in, Epiketos’un, Dio Chrysostom’un Diogenes’i, Plutarkos’un, Galenos’un, Seneca’nın metinleri üzerinde çeşitli çözümlemeler yapıyor. Bunlar içersinde Seneca’nın metni dikkat çekici. Kendilik bilgisi Seneca’da nefis muhasebesi üzerinden bir pratiğe dönüşüyor. Fakat bu nefis muhasebesi pişmanlık içeren bir nefis muhasebesi değil, o, daha çok bir müfettişin incelemesi.

Metinlerin her birinde birbirinden farklı kendilik bilgisi söz konusu. Bu metinlerde parrhesiastes’ın/hakikat anlatıcısınındiğerlerinden nasıl ayırt edileceği sorunu da önemli yer tutar.

Sokratik kendilik bilgisi; kişinin kendini anlaması ve eğitmesine yönelik bir çaba (sh.77) Sokratesin söyledikleri ile yaptıkları arasında, sözleriyle (logos) eylemleri (ergo) arasında uyumlu bir ilişki var.  Sokratik parrhesia etkinliğin amacı, muhatabı, logosla, erdemle ve hakikatle… bir yaşam (bio) tarzı seçmeyi önerirken pratik bir amaca yönelmiş de olur.

*    *   *

Doğruyu söyleme oyununun Doğu’da karşılığı ne olabilir?  Mesnevî’nin ilk hikayesinde de bir hakikat arayışı söz konusu. Burada hakikat arayıcısı Antik Yunan’daki gibi bir hekim. Bir rüya ile gelişi haber verilir, bir mistik kişiliğin yolda olduğu söylenir. Fakat hastasını tedavisinde tam bir hekim gibi. Hastası takdim edilir, hastasını nabzını dinler, ona sorular sorar, deney/gözlem yapar, teşhis konur.  Sadece bir paristas değildir, olayı yönlendirir, idare eder aynı zamanda. Hastası iyileşene kadar bir hekimden bekleneni yapar. Sonra hikayede bir anlam sıçraması/dönüşümü olur. Kişiler daha simgesel bir karaktere bürünür, kuyumcu nefistir. Hz. Hızır kısasıyla bağ kurulur.

İzleyen Hz. Ali hikayesinde ise kendilik bilgisi ile ilgilidir. Hz. Ali içe dönük bakışıyla nefsini devam takip etme gücüne sahiptir. Sözü ve eylemiyle tutarlıdır.

Fuko, hekim (ya da kaptan) ilk çağ metinlerinde sıklıkla verilen bir örnek olduğuna işaret eder. Bu sebepsiz değildir. Bu iki meslekte de hem otorite kullanmaları hem de bir teorik bilgiye ve pratik alışkanlıklara sahip olup bunu her seferinde kendine özgü koşullara uygulama becerisi ve tecrübesine sahiptirler. Bunu da en iyi anda kullabilmektedirler. Mesnevi’deki her iki örnekte de benzer koşullar vardır. Hekim bilgisi ve tecrübesi ile hastalığı bulup tedavi eder. Hz. Ali belki daha evvel öfkelendiğinde öfkesini fark edecek uyanıklığa sahip olacak şekilde tecrübe sahibidir. Bu tavır ilahi bir bakışa sahip olmakla da yorumlanabilir. Ama nasihat olarak okuyan sıradan okur için tecrübe ile yol almaktan başka yol yoktur. İlahi bir uyanıklığa sahip Hz. Ali’nin okura hayranlık bırakma ötesinde  bir katkısı olmaz.

*

Fuko kendilik bilgisinde önemli bir engelden bahseder: Pohpohlayacılar. İnsan, dışarıdaki pohpohçuları tecrübe kazandıkça tanıyıp onlardan sakınabilir, ama ya kendi böyle bir ruh halindeyse ne yapacak? Sh 105-106. Doğu bunu nefs olarak tanımlıyor ve panzehiri olarak tevazuyu öne sürüyor. Nefsin ve tevazunun Doğu’da ortaya çıkışı benlik iddiası üzerinden. Fakat tevazu burada hakikatı aramada ister dışarıda ister kendinde çalışabilecek bir mizaç. Bu noktada Doğu da Batı da insanın kendi dışında bir hakikat anlatıcısına/parrhesiastes/mürşid arayışını (hakikatın iktidarı için) ihtiyaç duyar. Ve hepsinde sorgulananın (logos ile ergo arasında uyum sağlayarak)hayat tarzında bir değişiklik amaçlanır. Sohbetin (/Sokratik diyaloğun) bir eğitim aracı olması da bu yüzden olmalı.

Bu haliyle iki farklı gelenek arasından acele ve eğreti bir bağ kurmak çok da doğru olmayabilir. Fakat bir düşünceyi sınamak, istisnalarını aramak için öncelikle onu derli toplu ifade edebilmek gerekir.  Şimdilik yazıp, kısık ateşte sınanmaya bırakalım.

*

Doğruyu söyleme oyunu aynı zamanda hakikatın arayışıdır. Hakikatle ilişki kurma çabası bugün bilimden, basına pek çok alanda yapılan çalışmaları temellendirmektir.

Foucault’u bir derlemeciden, copy paste eselerden ayıran şey alıntılarına kendi yorumunu katabilmesidir. Bu yorumları kendi felsefi sorusu için ustalıkla kullanmakta.

Doğruyu söylemek çok fazla temellendirilmemiş ahlaki bir ilke, fuko antik eserlerde doğru söylemenin izini sürerken bunu da yapıyor.

Çeviri akıcı ve anlaşılır. İyi bir çeviri, bir tek sh. 77 deki denek taşına takıldım. Doğrusu mihenk taşıydı galiba. Mihenk taşı için yeni bir kelime bulunmuş da olabilir, doğrusunu araştıramadım.

düzeltilecek

Yorum bırakın

Yorum bırakın